Yelgin Arkoç Mesci’den mutluluk ve özgürlük arayışı kitabı: Kal Bizimle Daphne
İstanbullu doktor bir babanın sevgili küçük kızı Defne… Yalova Termal’in Ömer’i ve Nergis’i… Marmara Depremi… Yitirilen canlar… Mucizenin adı Defne… On bir yaşında eğitim için Londra’ ya, yatılı okula gönderilir.
İyi insanlarla kesişir yolu.
Doğduğu ama yabancısı olduğu bu şehirde mutluluk ve özgürlük arayışıyla yaşama sımsıkı sarılır. Adı Daphne olur ve bize, bir anlamda aidiyet arayışındaki göçmenliğinin hikâyesini anlatır.
Kal Bizimle Daphne gidenlerin romanı…
Bitti denildiğinde bitmeyen, bizi biz yapan unsurlara katkı sağlayan dönüşümlere ışık tutuyor. Çabanın, sevginin, umudun, şifanın, şifacının, genç olmanın öyküsünü anlatıyor…
Yazar Yelgin Arkoç Mesci, yeni kitabı hakkında, şunları söyledi:
“Hikayelerimizle var oluyoruz”
“Bizler hikâyelerimizle var oluyoruz. Gerçek ve masal dünyasındaki kahramanlar gibi. ‘Kal Bizimle Daphne’ romanımda da bir anlamda Defne, Ömer ve Nergis’in hikâyesi anlatılıyor. Londra’da başlayan ve Türkiye de dâhil farklı coğrafyalara uzanan güzel bir hikâye… Okurlar tarafından beğenilen ve övgüler yöneltilen ilk romanım ‘Kalenin Havvası’ kadın bir karakter üzerinden Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in kuruluşunu anlatan tarihi bir romandı. Sağlık çalışanlarına ithaf ettiğim ikinci romanım ‘Kal Bizimle Daphne’ ise iyi eğitim almış, beyaz yakalı diye tanımladığımız kişilerin göç ve göçmenlik hikâyesini işliyor.”
Yazar şöyle devam etti;
“İnsani değerleri ön plana çıkarttım”
“Ama bunu yaparken de insani değerleri ön plana çıkararak günümüzden yaklaşık 500 yıl önce yaşamış ilk Türkçe tıp kitabının yazarı Amasyalı Hekim Sabuncuoğlu Şerefeddin’i, geçmiş göçleri ve 99 Marmara Depremini irdeleniyor. Her okurun kendinden bir parça bulacağını düşündüğüm ‘Kal Bizimle Daphne’nin bahtı açık, okuru bol olsun. Keyifli okumalar dilerim.”
Yelgin Arkoç Mesci
Meraklı okurlar için kitaptan tadımlık bir bölüm sunuyoruz;
Bütün soruların cevabı…
“Çit olarak budanmış mazıların yanındaki banka oturduğumda, önümde göz alabildiğine uzanan çimenlik hem dünyanın merkezinde hem de farklı bir gezegendeymişim hissi verirdi. İyi de oluyordu. Üzerinde iki gül ağacından başka tek bir çalı dahi bulunmayan bu yemyeşil düzlük, öyle yalın ve öyle
berraktı ki insanın düşüncelerini ve hedeflerini de öyle berrak yeşertiyordu. Düşünür, sorgulardım kendimce. Nereden geldim, nereye gidiyorum? ‘Neyin peşindeyim? Neden hayatım diğer tanıdıklarımınki gibi olmadı?’ Ne yapacaktım bundan sonra? İki adım ötemi nasıl planlamalıydım?’ Belki de göz alabildiğine uzanan bu çimenlik alandaki iki gül ağacı, sadelikleriyle bütün bu soruların cevabıydı…”
sayfası için iletişim: